Golden Circle ve güney İzlanda’dan oluşan rotamızdaki her yeri detaylarıyla anlatacağımız yazımıza hoşgeldiniz. Bu yazıya geçmeden önce özellikle planlama aşamasında çok işinize yarayacak bilgileri, İzlanda seyahatinin toplam maliyetini İzlanda’ya giriş 101 yazımızda derledik. Yazının linkini buraya bırakıyoruz. Uçak biletleri, konaklama, vize ve gitmeden önce bilinmesi gereken bir çok bilgiyi yazımızda bulabilirsiniz. Yok bizim biletlerimiz tamam nereleri gezelim diyorsanız okumaya devam. İzlanda Rotası yazımızda aklınızdaki bir çok soruya cevap bulacaksınız.
Öncelikle İzlanda’daki rotalardan minicik bahsetmek gerekirse, en popüler ama en az 7-8 gün ayırmanız gerekecek olan rota Ring Road. Bu rotada adanın etrafını tam tur dolaşıyorsunuz. Golden Circle ise Reykavik’e yakın olan kendi içinde minik bir çember yaptığınız tur olarak geçiyor. Bir günde tamamlanacak bir rota. Off bir de İzlanda’nın güney kısmı var ki işte en güzel noktalar burada. Biz rotamızı belirlerken en çok görmek istediğimiz yerlere zaman ayıracak şekilde oluşturduk. Yazının sonunda gün gün nereleri gezdiğimizi de paylaştık ama kısaca Reykavik’ten başlayıp güneye indip, güneyde en uçta Stokksnes’e kadar gidip aynı rota üzerinden geri döndük. Böylece hem sıkıştırmadan gezmiş hem de hava muhalefetinden dolayı göremediğimiz güzel yerler için ekstra zaman ayırmış olduk ve listemizdeki her yeri güzelce gezdik.
Blue Lagoon
Blue Lagoon adeta İzlanda’nın nazar boncuğu. Daha uçaktan inerken bu bebek mavisi suyu tepeden görünce insan heyecanlanıyor. İzlanda’nın bizce olmazsa olmazı. Yani bir yerlerde termal suya girebilirsiniz kabul ama nerede lav tarlasının ortasında, bebek mavisi bir suda ve dışarıda hava buz gibiyken havuz keyfi yapabilirsiniz bilmiyoruz.
Havuzun suyu doğal ancak havuz sonradan yapılmış. Yani aslında kocaman bir yüzme havuzunu jeotermal suyla doldurmuşlar gibi düşünebilirsiniz. Suya rengini veren şey silica, suyun sıcaklığıysa 38-40 derece arası. Havuza sıcak su verilen yerlerden geçerken insan bazen kendini tencereye konmuş bir kurbağa gibi hissedip, haşlanmaktan korkmuyor değil.
Blue Lagoon ile ilgili dikkat edilmesi gereken bir kaç nokta var hemen anlatalım. Blue Lagoon konum itibariyle Keflavik havalimanına 20 km mesafede, havalimanından çıkınca araçla 20 dakikada ulaşabiliyorsunuz. Öncelikle buraya gitmeyi kafaya koydusanız uçak bileti alırken gideceğiniz gün ya da döneceğiniz gün yer olup olmadığını kontrol edin ki bilet aldıktan sonra orada olacağınız günler doluysa ah vah etmeyin. Sonradan adanın güneyine, daha sonra doğusu, batısı derken bir daha buraya dönüş gününden önce dönemeyeceksiniz. Ya bizim gibi yol yorgunluğunu atmak için başta ya da gezinin yorgunluğunu atmak için en son gün gitmeyi tercih edebilirsiniz.
Gelelim bilet fiyatlarına ve Blue Lagoon için tercih edebileceğiniz paketlere. Comfort, Premium ve Luxury paket seçenekleri başlangıç fiyatları sırasıyla 49, 69 ve 553 EUR. Comfort pakette havuza giriş, havuzun içinde yüzünüze sürünce Casper’a döneceğiniz suya rengini veren silica maskesi, bir havlu ve havuzda içeceğiniz bir içki/içecek dahil. Daha ne olsun? Premium paketi anlatmaya gerek var mı bilmiyorum ama ekstradan ikinci maske, terlik, bornoz gibi şeyler var. Dolayısıyla bizim hangi maskeyi seçtiğimizi söylememe gerek yok sanırım. Hadi bizi yeterince tanımayanlar için söyleyelim. Tabi ki en uygun paket olan comfort’u seçtik. Biletinizi satın almak için buradaki linke tıkladığınızda yukarda verdiğim fiyatlardan daha yüksek fiyatlar göreceksiniz, sebebi gün ve saate göre fiyatın değişiyor olması. Örneğin ocak ayında akşam 20:00’ye rezervasyon yaparsanız 49 eur’ya bilet bulursunuz ancak gündüz gözü görmek isterseniz fiyatlar 84 Eur’ya kadar çıkıyor ki biz kişi başı 84 eur’dan aldık biletlerimizi. İzlanda’daki diğer harcama kalemlerini tek tek yazdığımız yazı için buraya tık tık.
Giriş yapacağınız saat konusunda bir miktar katı olduklarını söyleyebilirim. Biz saatimizden bir saat önce varmamıza rağmen tam saatimizde bizi içeri aldılar. Eğer geç kalma ihtimaliniz varsa haber verirseniz bir saat opsiyon tanıyorlar. Girişte resepsiyon kısmında havlunuzu verip kolunuza bir bileklik takıyorlar. Bileklikle soyunma odaları ve duşun olduğu alanlardaki kilitli dolapları kullanabiliyorsunuz.
Bir kere içeri girdikten sonra istediğiniz kadar havuzda kalabilirsiniz. Tabi havuza girmeden duş almanız gerekiyor onu da atlamayalım. Gitmeden duş ve kabinlerin kapılarının olmadığı, görevlilerin de çıplak duş aldığınızdan emin olmak için kontrol ettiklerini okumuştum ama yalan bilgi yaymayalım. Kapalı kabinler var ancak siz yine de çıplak insan görme doz aşımına uğrayabilirsiniz demedi demeyin.
Eğer çok sıkışık bir programınız yoksa Blue Lagoon gününe başka aktivite sıkıştırmayın insan havuzdan çıkmak istemiyor. Bir de çıkınca pelte gibi oluyorsunuz, artık sıcaktan damar mı genişliyor ne oluyorsa insan bir dinginleşiyor. Havuzdan çıkınca binadaki üst kata çıkıp ayaklarınızı kaldırıp manzaraya karşı dinlenip tansiyonu yerine getirmeyi de atlamayın. Şezlonglar çok keyifliydi.
Reykavik
Reykavik İzlanda’nın başkenti. Renkli küçük evlerin olduğu başkentten daha ziyade kasaba havası olan bir şehir. Açıkcası biz ilk gün Blue Lagoon sonrasında merkezdeki meşhur Hallgrímskirkja kilisesine uğradıktan sonra en hareketli caddeler arasında gösterilen Laugavegur’i dolaşıp Reykavik’ten ayrıldık ve Seljalandsfoss şelalesi yakınlarında konakladığımız Airbnb’nin yolunu tuttuk.
İzlanda’dan beklentimiz doğa gezisi olduğu için Reykavik’te çok zaman kaybetmedik, o gün dinlenmeyi tercih ettik. İzlanda’da konakladığımız tüm ev ve otellerin lokasyonlarını buradaki yazıda bulabilirsiniz.
Solheimasandur Plane Wreck
Güney İzlanda’da ülkenin geri kalanındaki doğal güzelliklerin epikliği yetmezmiş gibi sizi bir de hiçliğin ortasında, simsiyah bir kumsalda terk edilmiş bir uçak enkazı karşılıyor. Bilim kurgu filmlerinden fırlamış gibi değil mi?
1973 senesinde Amerikan donanmasına ait bu uçak yakıtı bittiği için bu sahile çakılmış. Şansa bakın ki kazada ölen olmamış. Uçak enkazına ulaşmak için öncelikle aracınızı buradaki ücretsiz otoparka bırakıp, yürümeye başlıyorsunuz. Google lokasyonu için buraya tıklayabilirsiniz. Yaklaşık tek yön 4 km kadar, 45 dakika boyunca yürüyorsunuz. Etrafınızda ne bir ağaç ne bir yapı öylece sahili görmeden sahile doğru ilerliyorsunuz. Bizim gibi sabahın erken saatinde buraya gelirseniz boşken yakalayabilirsiniz aksi halde ilerleyen saatlerde biraz kalabalıklaşıyor.
Şimdilerde burası popüler bir yere dönüşünce shuttle servisi başlatmışlar. Otoparktan sizi alan araç tek yön 1500 ISK, gidiş dönüş 2000 ISK ücret karşılığında sizi yürüme zahmetinde kurtarıyor. Yürümek dümdüz bir yolda ve sıkıntısız olsa da biz bu yolda rüzgardan sağlam bir dayak yemiştik. Denize açık bir alan olduğu için ciddi rüzgarlı oluyor, en zorlayıcı kısım da bu zaten. Buraya da servisin hareket saatlerini ekleyelim ki siz siz olun seferler başlamadan gidip boşken bu uçak enkazını görün. Bakın dikkat ettiyseniz shuttle’ı kullanın demiyoruz çünkü uçağın başında bir dolu insanla fotoğraf çekmeyi kim ister ki?
Dyrholaey Viewpoint
Uçak enkazından sonra arabayla 20 dakikada ulaştığımız Dyrholaey gözlem noktası kendinize çimdik atmanıza sebep olacak kadar nefes kesici. Simsiyah bir kumsala tepeden bakıp manzarayı izleyebiliyorsunuz. Eğer bizim gibi yaz aylarında gittiyseniz sizi puffin kuşlarının karşılayacağı yer de işte burası. Puffin İzlanda’nın simgesi olmuş aşırı tatlı bir kuş. Biz mi çok şanslıydık bilmiyorum ama iki ayrı günde de uğradığımızda öylece burada takılıyorlardı. Puffinleri görmek için doğru zamanlama mayıstan ağustosa kadarmış.
Dyrholaey’e giden yolda tabelada sadece 4×4 girebilir yazıyor. Aslında yolun bir sıkıntısı yok ama araçla çok az tırmanıldığı için belki kışın kar oluyor diye uyarmışlardır. Kontrol edecek herhangi bir görevli vs görmedik.
Tam arabayı park ettiğimizde İzlanda’nın ilk rüzgar + yağmur kombosuyla burada karşılaştık. Öyle ki aslında siyah kumsalı izlediğiniz noktadan biraz ileriye giderseniz denizde ortası delik devasa bir kaya karşılıyor sizi. Bu delik kaya Dyrholaey arkı. Eğer buradan yolu takip edip daha ileriye yürürseniz eminiz ki enfes manzaralar yakalarsınız. Biz havanın azizliğine uğradığımız için buradan arabaya koşup yağmurdan kaçmıştık.
Reynisfjara Beach
Game of Thrones’un bazı sahnelerinin çekildiği Reynisfjara kumsalına hoşgeldiniz. Dünyanın en ünlü kumsalları sıralamasında hep ilk onda yer alan bir plaj Reynisfjara. Game of Thrones burada çekim yapmasın da kim yapsın? Burası diğer adıyla Black Sand Beach yani siyah kum plajı. Dyrholaey gözlem noktası ile bazalt kayaları görebildiğiniz yer aslında aynı kumsala yani Reynisfjara kumsalına bakıyor ama yürüyerek değil arayı araçla ulaşıyorsunuz. Dyrholaey’den burası arabayla yarım saat sürüyor. Arabaya atlayıp yarım saatte bir acayip acayip şeyler gördüğü için insan kendisini o kadar şanslı hissediyor ki.
Yine huop arabayı otoparka bıraktıktan sonra olayların göbeğindesiniz. Kendinizi bir anda simsiyah bir kumsalda buluyorsunuz. İşte insan burada aklını yitiriyor. Jiletle kesilmiş gibi duran bazalt kayalara mı bakalım, hemen ilerdeki mağarada acayip şekillere mi yoksa denizin ortasında fantastik bir filmden fırlamış gibi duran sivri kayalıklara mı bakalım bilemiyoruz. Ah bir de yerdeki simsiyah kum tanecikleri yok mu?
Black Sand Beach’deki denizin dalgaları sinsi olduğu için plaja girerken bir sürü uyarı tabelası görüyorsunuz. Geçmişte ortalık süt liman iken bir anda dalgaların turistleri denize çektiği olmuş. Siz siz olun gözünüz bir yandan da dalgalarda olsun. Biz oradayken denizin ortasındaki Reynisdrangar kayalıklarını izlerken Cengiz dahil kaç kişinin ayaklar suya girdi çıktı bir bilseniz.
Reynisfjara kumsalı İzlanda’da Reykavik bölgesinden sonra yerleşimin olduğu ve genelde konaklama için iyi bir alternatif olan Vik kasabasına çok yakın. Biz otel/airbnb ararken Vik kasabası yakınlarında yer olsa bile oldukça pahalı seçeneklerin olduğunu görüp Vik kasabasında konaklamaktan vazgeçip Seljalandsfoss’a yakın bir ev tuttuk. O yüzden de Reynisfjara’dan sonra yol üzerinde Skogafoss ve Seljalandsfoss şelalelerine uğradık.
Skogafoss
İzlanda’daki en favori şelalemiz. Skogafoss’u arabayla giderken uzaktan gördüğüm anı unutmam mümkün değil. Yaklaştıkca insan büyüklüğüne hayran kalıyor. O kadar heybetli bir şelale ki insan yakınına yakınına ulaşmak istiyor ama tabi yaklaştıkca ıslanmak garanti. İzlanda’daki bir çok doğal güzellik gibi Skogafoss da insana kendisini küçücük hissettiriyor. Hemen kenardan yukarı çıkan merdivenleri tırmanıp bir de yukardan görüp; kaynağı boyunca yürüyüş yapabilirsiniz. Biz akşam yemeklerimizden birisini arabada Skogafoss manzarasına karşı yemiştik.
Eyjafjallajökull
Arkadaşa, eşe, dosta 2010’da patlayıp tüm Avrupa hava trafiğini felç eden yanardağın adını okuyup hava atmak isterseniz buyrun efem! Eyah-fiyah-lah-youkul. Peki patlayan yanardağda ne işimiz var demeyin. Skogafoss şelalesinden bir sonraki durağımız olan Seljalandsfoss şelalesine giderken yol üzerinde patlayan yanardağı uzaktan görebileceğiniz ve olaylarla ilgili bilgi edinebileceğiniz bir turizm ofisi var. Turizm ofisinin lokasyonu için tık tık. Turizm ofisinin olduğu yerden yolun karşısına doğru bakınca da meşhur yanardağı görüyorsunuz.
Seljalandsfoss
İzlanda’da bolca şelale ve her birinin de ismi zor olunca aramızda şelaleleri ayrıştıracak şeyler belirledik. Örneğin Seljalandsfoss’u arkasına geçilen şelale olarak kodladık. Sadece uzaktan bakmakla kalmayıp bir de arkasına ıslanmadan geçip terapi niyetine suyun akışını izledik.
İzlanda’da neredeyse hiç bir yerde ne giriş ücreti ne de otopark ücreti ödüyorsunuz. Bir kaç istisnadan bir tanesi Seljalandsfoss şelalesinin otoparkı. Burası için 700 ISK ödedik. Eğer ödeme yapmazsanız kameralı sistemle araç kiraladığınız firmaya ve dolayısıyla sizin kredi kartınıza ücreti yansıtıyorlarmış. Bu da böyle bir bilgi.
Seljalandsfoss’a gelmişken çok yakınında Gljufrabui adında bir şelale daha var. Biz hava karardığı için uğramadık ama siz görmek isteyebilirsiniz. Lokasyon için tık tık.
Seljavallalaug Yüzme Havuzu
İzlanda’nın altı jeotermal su kaynıyor. Haliyle de bazı yerlerde bu suyun oluşturduğu göllerde yüzmek popüler olmuş. Seljavallalaug yüzme havuzu da onlardan birisi. Orada burada illa karşınıza çıkacaktır. Bize çok hijyenik ve zevkli gelmediği için yolumuzu değiştirmedik bile ama sizin için google lokasyonunu buraya bırakıyoruz.
Eldhraun Lav Tarlaları
Onlarca aktif yanardağın olduğu bir ülkede lav tarlası görmek ortalama bir İzlanda’lı için sıradan bir şey olabilir ama size kendinizi teletubby gibi hissettirecek emin olabilirsiniz. Vik kasabasından sonra buzulların olduğu bölgeye giderken arabayla km’lerce lava tarlaları manzarası eşliğinde gidiyorsunuz. Yol üzerinde uçsuz bucaksız lava tarlalarına yakından bakmak hatta aralarında yürümek için bir seyir terası yapmışlar. Lava tarlası seyir terasının lokasyonu için tık tık.
Bu lava tarlalarının üzerindeki yeşil bitki örtüsünün oluşması binlerce seneyi buluyormuş. Biz bu güzellikleri bizden sonraki nesillerin de görmesini istediğimiz için üzerine çıkmadık ama elimizle üstüne dokunduk. O kadar pofidikler ki insanın bir battaniye alıp yatası da gelmiyor değil hani. Bu arada kışın İzlanda’ya giderseniz muhtemelen üstü karlarla kaplı olacaktır. O yüzden size yine yazın gitmenizi önereceğiz kusura bakmayın.
Fjaðrárgljúfur
İsmini okuyabilene aşk olsun! İzlanda’lıların yer isimleri konusunda bizle dalga geçtikleri son nokta bu güzel yer yarığının adını koyarken olmuş sanırım. Öyle bir isim koyalım ki kimsecikler telaffuz edemesin demiş olmalılar.
Lava tarlalarından sonra arabayla 10 dakikada bu vadiye ulaşıyorsunuz. Muazzam bir vadi, oluşumu buzul çağlarına dayanıyor. Resmen yerin yarıldığını gözlerinizle görüyorsunuz. Vadi boyunca onu tepeden görecek şekilde bir yürüyüş rotası var, onu takip edince aralarda çok güzel manzaralara şahit oluyorsunuz. Yürümesi çok rahat. En uçtaki seyir terasına gidip dönme toplamda bir saat sürüyor. İnsan kırılan bir yerküreden böylesine bir güzelliğin ortaya çıkmasına hayret ediyor.
Bir kaç sene önce Justin Bieber İzlanda’da bir video klip çekmiş. Sahnelerin bazıları da buradan olunca zamanla Fjaðrárgljúfur’in popüleritesi artmış. Bizim gitmemizden iki ay öncesine kadar burası kapalıydı. Hazirana kadar doğanın kendine gelmesi için bir süreliğine inzivaya bırakmışlar. Neyse ki biz gitmeden açıldı da bu güzelliği gözlerimizle görebildik.
Bizim bu noktadan sonraki ilk durağımız Svinafellsjokull buzulu oldu. Aslında buzula gelmeden yol üstünde Svartifoss şelalesi var ancak onu sonraki güne planladığımız için Fjaðrárgljúfur vadisinden sonra soluğu Svinafellsjokull buzulunda aldık. Tabi yol üzerinde Lomagnupur dağını izlemeyi hatta fotoğraf çekmeyi de es geçmedik.
Fotoğraf demişken bizi Instagram’dan hala takip etmiyorsanız en güzel fotoğraflarımızı paylaştığımız, sizlerle sohbet ettiğimiz profilimize buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Bir de tabi Youtube kanalımız var. Seyahat videolarımız için buraya tıklayarak Youtube kanalımıza abone olursanız çok mutlu oluruz.
Svinafellsjokull
Buzullarla ilk karşılaşmamız Svinafellsjokull’da oldu. O kadar heyecanlandık ki anlatamam. Zaten genel olarak buzullar, buzullardan kopan parçalar İzlanda’da en beğendiğimiz şeylerden birisi oldu. Svinafellsjokull’u da Interstellar filminden hatırlarsınız belki afişin üzerindeki fotoğraf burada çekilmiş. İlk defa bir buzula uzaktan bakıyor da olsak bu kadar yaklaşabilmiştik. Svinafellsjokull buzulunun yanında eğer kış aylarında gelirseniz buzul üzerinde yürüyüş ya da buz mağarası turu yapabileceğiniz turlar varmış. Google’da Skaftafell Ice Cave olarak aratıp bulabilirsiniz.
Svinafellsjokull’da önce buzula doğru yürüyüp sonra da tam tersi yöne yürüyüp su kenarına inip buzuldan kopan parçaları inceleyebilirsiniz. Bu arada su kenarında dikkatli olmalısınız çünkü girişte uyarı tabelalarında suya düşerseniz bir kaç dakika içinde donacağınız uyarıları yapılıyor.
Jökulsarlon buzulu
Diğer ismiyle Glacier Lagoon yani Lagün buzulu. İlk gördüğüm anda arabadan inmeden çığlıklar atmaya başladığım yerlerden birisi Jökulsarlon buzulu oldu. Suda yüzen buz mavisi devasa buzları görmek hatta suya devrilerek batmalarını izlemek paha biçilemez bir deneyim.
Jökulsarlon, İzlanda’daki en büyük buzul kütlesi Vatnajökull’un bir kolu aslında. Tam bu noktadan sonra kopan parçalar okyanusla buluşup denize karışıyor.Yani bu lagündeki su hem tatlı hem de tuzlu deniz suyu. İşte suya turkuaz rengini veren de tam olarak bu.
Buzullar arkadaki buz kütlesinden kopup; resmen önünüzden geçit töreniyle ilerleyip denize karışıyor. O yüzden burada her seferinde ayrı bir manzaraya şahit oluyorsunuz. Biz hem giderken hem de sonraki gün rotamızdan geriye dönerken izleme şansı elde etmiştik.
İsterseniz tam bu noktada kano ya da bot turu da yapabiliyorsunuz. Suda ilerleyen buzulları, batıp batıp çıkan fokları izlemesi çok keyifli. Eğer bir yemek molası verecekseniz orası burası olsun. Tabi bir restoran beklemeyin. Yanınızda getirdiğiniz atıştırmalıkları oturup yiyebileceğiniz güzel bir nokta.
Diamond Beach
Burası da adı üstünde elmas plajı. Peki neden? Çünkü simsiyah bir plajda kıyıya vuran buzul parçaları elmas gibi parlıyor da ondan. Jökulsarlon buzulundan kopan parçalar Diamond beach’de karaya vuruyor. Karaya vurmuş onlarca buz parçasıyla oynamak, fotoğraf çekmek çok keyifli. Tabi bir yandan da küresel ısınmaya gözlerinizle şahit oluyorsunuz, bu kısım biraz üzücü.
Biz ilk gün geldiğimizde kumsalda büyük parçalar yoktu. Dönerken tekrar uğramak istedik ve sahildeki kocaman buz kütlelerini görünce bir hayli şaşırdık. İyi ki rotamızı çok sevdiğimiz yerlerin tekrar üzerinden geçecek şekilde oluşturmuşuz diye de mutlu olduk hatta.
Stokksnes
Stokksnes bizim İzlanda’da güney kısımda gittiğimiz en uç nokta oldu. Burada Hotel Jökull’da konakladıktan sonra ertesi gün erkenden Vesturhorn dağını görmeye gittik. Hava şansımıza biraz kapalıydı ama açık bir havada denk gelirseniz nefis bir manzara sizi bekliyor olur.
Bu dağı görebileceğiniz siyah plaja girmek için kişi başı 700 ISK ödemeniz gerekiyor. Buraya giren yolun girişindeki kafeden bilet satın alabiliyorsunuz. Aldığınız bileti araçla geçeceğiniz kapıda okutunca kapı açılıyor. Yani dememiz o ki İzlanda’da müthiş şeyleri hiç bir ücret ödemeden görürken buraya girmek için verilen bu para da neyin nesi? Eğer arabada birden fazla kişiyseniz tek biletle de geçebilirsiniz aklınızda olsun. Burada alınan paraya bir miktar sinirlenmiş olduğum için bu bilgiyi de paylaşmayı kendimde hak gördüm. 🙂
Bu girdiğiniz alanda gezebileceğiniz bir Viking köyü var. Zamanında film çekilmek için kurulmuş ve sonra da öylece terk edilmiş, dekorlar köyde öylece duruyor. Zamanınız varsa gelmişken uğramalık.
Fjallsarlon
Buraya ilk gün gelirken zaman ayıramayınca dönüş yolunda uğradık. Karşınızda devasa bir buz kütlesi ve bu sefer suyun karşısından buzulları izliyorsunuz. Burası da yine ülkenin büyük bir kısmını kaplayan Vatnajökull’un bir kolu aslında. Bu noktada yine zodiac botlarla dilerseniz tur yapabiliyorsunuz.
Buradayken Fjallsarlon’dan kopan bir buz kütlesinin sesini duymak çok heyecan vericiydi, keşke suya düştüğünü de görebilseydik.
Svartifoss
İzlanda’nın en şahsına münhasır şelalesi olabilir. Onlarca şelale görseniz de daha önce bazalt kayalardan akan bir şelale görmemiş olabilirsiniz. Buraya ulaşmak için bir miktar yokuş yukarı yürüyüş yapıyorsunuz. Tek yön yaklaşık 45-50 dakika kadar sürüyor. Uzunca bir süre dağdan başka bir şey görmediğiniz için şelalenin burada ne işi var diye düşünürken karşınıza bir anda dağın ortasından akan bu şelale çıkıyor. Suyu İzlanda standartlarına göre bir miktar cılız olsa da kesinlikle görmeye değer çünkü burayı özel kılan bazalt kayalardan akan su. Son olarak da burada otopark için 600 ISK civarında bir ödeme yapmanız gerektiğini belirtelim.
Landmannalaugar
Sıralama yapmak çok zor ama İzlanda’yı düşününce en beğendiklerimiz arasında en üst sıralarda yerini alan bir yer. Burası İzlanda’da Highlands olarak geçen dağlık bir bölgede yer alıyor. Bu dağlık bölgede trekking yaparak yağlı tablo gibi muhteşem manzaralardan geçiyorsunuz. İnsan zaman zaman gerçeklik duygusunu yitiriyor çünkü o ana kadar İzlanda’da muhteşemli şeyler görseniz de hiç bir yer buraya benzemiyor.
İzlanda’ya gidenlerin büyük çoğunluğu burayı bilmiyor ya da gitmiyor ama biz şiddetle öneriyoruz, kesinlikle kaçırılmaması gerek. Örneğin buzullardan sonra bana İzlanda’da sevinçten çığlıklar attıran bir başka yer de burası olmuştu. Bu vesileyle de Landmannalaugar’dan sayesinde haberdar olduğum arkadaşım Esma’ya bir kez daha teşekkür ederim.(Instagramda gezdiği harika yerleri kaçırmamak için takip etmek isterseniz @eesmaduran olarak aratabilirsiniz.) Kendisini gitmeden burasıyla ilgili bir miktar soru yağmuruna tutmuştum çünkü internette Türkçe kaynak neredeyse yok o yüzden buradaki yazımız gidenlere ışık tutsun istiyoruz, elimizden geldiğince anlatacağız.
Google’a Brennisteinsalda Camping yazarsanız bu bölgede hem kamp yapabileceğiniz hem de trekkinglerin başladığı noktaya ulaşmış oluyorsunuz. Biz günübirlik gidip trekking yapıp aynı gün geriye döndük. Son gün Golden Circle’daki Geysire çok yakın olan Airbnb’de kaldığımız yerden buraya arabayla 2,5 saatte ulaştık. Güneyde gezerken Seljalandsfoss yakınlarında da bu tarafa giden tabelaları görmüştük, siz belki oradan gelmek isteyebilirsiniz. Yol çok güzel, sıkıntısız.
Kamp alanına gelince birden fazla trekking rotası olduğunu göreceksiniz. Hatta 55 km’lik ve toplamda 3 gün süren rotalar bile mevcut, biz kendimize bir günde görülecek bir rota belirledik. Bir miktar tırmanmalı oluyor o yüzden rahat kıyafetler ve trekking ayakkabısı şart. Üç günlük rotayı yapmayacak bile olsanız buraya bir tam gün ayırmalısınız. İzlediğimiz yol şu şekilde oldu: Trekkinglerin başladığı noktada Laugavegur yazan rotayı izledik. Zaten bir yere kadar kırmızı beyaz çubuklar ve iplerle çevrilmiş yol sizi lav tarlaları arasından oraya götürüyor. Lav tarlaları bitince koskoca bir vadiye geliyorsunuz.
Bu noktada yol ikiye ayrılıyor. Bizim gibi soldan devam ederseniz gökkuşağı renklerinde bir dağ ve yer altından çıkan buharlar ve sülfür kokuları ile beraber neredeyim ben diye düşüneceğiniz bir noktaya geleceksiniz. Devam ettikçe yağlıboya tablo gibi dağ manzaraları sizi bekliyor olacak. Yükseldikçe hem bu dağlara yaklaşacak hem de geride bıraktığınız lav tarlalarını yukardan göreceksiniz. Bu trekking rotası uzun olduğu için bir yerden sonra yağlıboya tablo dağların arasından giden yola devam etmeyip sağdan devam edip daha da yukarı tırmandık. Sağdan giden yolda da bize sarı çubuklar yol gösterdi. Bir anlamda kendi çapında mini bir zirveye ulaştık. Sonrasında sarı çubukları takip edince trekkingin başında izlediğimiz koca vadinin içine inip kamp alanına geri döndük. Yani aslında koskoca bir daire çizmiş olduk.
Buraya gelmek için mevsimlerden yaz ayı (F road’lar hazirandan eylüle kadar açık oluyor.) ve aracınızın 4×4 olması gerekiyor. F road denilen ve sadece 4×4’lerin girebildiği asfalt olmayan ama bizce gayet normal yollardan geçiyorsunuz. İzlanda’da highlands bölgesi çok geniş dolayısıyla Landmannalaugar’a giden yol gayet iyiyken diğer dağlık bölgelere ulaşımda bazen arabayla nehir geçmeniz gerekebiliyor. Hatta Landmannalaugar’da kamp alanına ulaşmak için geçmeniz gereken bir nehir var ama neyse ki hemen nehirin yanına aracıyla geçmek istemeyenler için bir otopark ve yayaların kullanacağı bir köprü yapmışlar. Eğer Thorsmork gibi diğer highlands bölgelerine gidecekseniz araçla river crossing yapmanız gerekebileceğini ve aracınızın sigortasının nehir geçmeyi kapsaması gerektiğini unutmayın. Yurtdışında araç kiralama ile ilgili yazımıza göz atmak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.
Buraya gelirken dağın ortasında kamp alanı dışında sizi hiç bir tesis beklemiyor. Dolayısıyla yiyeceğiniz, su ve yağmurluklarınız yanınızda olsun. Soğuk olabiliyor diyorlar. Bizce diğer bölgelerden hiç farkı yoktu hatta deniz kıyılarının buradan daha serin olduğunu bile söyleyebilirim. Trekking dönüşünde doğal jeotermal bir havuz var. Ücretsiz olarak suya girip keyif yapabilirsiniz ancak suyun radyasyon seviyesi vs ölçülmüyormuş bilginiz olsun.
Bu taraflara gelmişken kamp alanına ulaşmadan yol üstünde müthiş bir krater gölü var. Google’a Bláhylur gölü yazarsanız kolayca bulabilirsiniz. Burası ana kamp alanına 20 dakika uzaklıkta, yürümenize gerek yok, arabayla göle kadar çıkabiliyorsunuz. Eğer şelalere doyamadım diyorsanız Sigöldugljufur ve dönüş yolunda Haifoss şelalerine uğramanızı da tavsiye ederim. Bizim zamanımız kalmadığı için ikisine de uğrayamadık. Ancak mini bir tavsiye olarak günün ilk aktivitesini Landmannalaugar olarak belirleyin, şelalelerde zaman kaybedip buradaki zamanınızdan çalmayın deriz.
Artık İzlanda’nın en turistik ama en güzel noktalarından Golden Circle rotasına hazırız. Rotamızda bizi bir geysir, şelale, bir krater gölü ve iki kıta arasında dalış yapabileceğiniz dünyanın en berrak suyu bekliyor. O zaman sıradaki gelsin!
Strokkur Geysiri
Öncelikle geysir nedir derseniz kısaca yeraltından sıcak su fışkırtan bir kaynak olduğunu söyleyebiliriz. Belirli aralıkla yeraltında sıkışan su yeryüzüne çıkıyor tabi bu patlamalar sırasında da bize eğlence doğmuş oluyor. Geysir’in olduğu bölgeye geldiğinizde her yerden dumanlar çıktığını görüyorsunuz. Yine filmden fırlamış bir sahnenin içindeyiz. Suyun sıcaklığı 80-90 derece. Ana patlayan geysir olan Strokkur etrafında patlamayı beklemek çok keyifli. Beşer dakika aralıklarla sürekli su püskürtüyor.
Bu arada bizim Airbnb’de konakladığımız yer geysire çok yakındı ve bu bölgede evlere verilen su yeraltı kaynağından geldiği için hayatımızın en zor duş deneyimini burada yaşadık çünkü su içeriğindeki sülfürden kaynaklı çürük yumurta +lağım kombosu şeklinde kokuyordu.
Gulfoss şelalesi
Gulfoss altın şelale anlamına geliyor. İsmiyle ilgili çokca hurafe olsa da Gulfoss sanki bir miktar Golden Circle’a da ismini vermiş bir şelale olmuş. İzlanda’nın en coşkulu akan şelalesi, en azından bizim gördüklerimiz arasında öyleydi. Reykjavik’e yakınlığı sebebiyle de en çok ziyaret edilen, turistik noktalardan birisi olmuş. Önce şelalenin en ilerisine kadar yürüyüp ardından bir de üstteki yolu izlemenizi tavsiye ederiz. Suyun çoşkusu karşısında insanın bir miktar nutku tutuluyor.
Burasının enteresan bir de hikayesi var. Kısaca bu şelaleye zamanında bir santral kurulmak istenmiş ancak burada yaşayan bir ailenin kızı canı pahasına enerji santralini kurdurmamak için savaş vermiş. Hatta sonradan da İzlanda’nın ilk doğa aktivisti olmuş kendisi. İyi ki mücadelesini kazanmış da bize bu güzellikleri görme fırsatı doğmuş.
Kerid Krateri
Tam 6500 senelik bir krater gölü. Gölün suyu yeraltı suyundan beslenmiyor, zamanla yağmurla azalıp çoğalabiliyormuş, o soğukta aklınıza gelmez elbet ama suda yüzmek yasak. Gölü çevreleyen toprağın rengi muazzam. Yazın geldiğiniz zaman görsel olarak hakkını veren bir doğal güzellik. Kışın gelirseniz su donmuş, etrafındaki topraklık kısımlarda da karla kaplı şekilde bulabilirsiniz bizden söylemesi.
Son olarak da İzlanda’da giriş ücreti olan neredeyse tek yer Kerid Krateri. Kişi başı 400 ISK giriş ücreti ödeyerek gölü görüp etrafında yürüyüş yapabilirsiniz. Önce yukardan tam tur yürüyüp sonra da göl kıyısına kadar inebilirsiniz. Hatta aşağıda bir bank bile var. Krater gölüne karşı dinlenme keyfi paha biçilemez.
Thingvellir National Park
Burası İzlanda’nın milli parkı. İzlanda’da göreceğiniz diğer güzelliklere nazaran çok da çekici gelmeyecek bir takım kalıntılar, bir şelale, arada da güzel manzaralar var. Doğruyu söylemek gerekirse zamanınız kısıtlıysa bizce listeden çıkarmanızda hiç sakınca yok. Bizim zamanımız yettiği ve bu milli park içindeki Silfra Diving’i merak ettiğimiz için yine de uğradık.
Silfra Diving ise Kuzey Amerika ile Avrupa tektonik kayalarının arasında dalış yapabildiğiniz bir yer. Aslında Silfra dalış noktası İzlanda’nın ortasında yer alıyor ancak sanırsak ki kıtalar alttan karadan iki ayrı yere bağlanıyor. Mayonuzu getirseniz bile dalış ya da şnorkel yapamıyorsunuz. Suya girmek için bu noktada ücretinizi ödeyip kaydolmanız gerekiyor. Suyun sıcaklığı 2 derece kadar. Biz gopromuzu şöyle bir suya daldırdık ve gördüğümüz görüntülere inanamadık çünkü dışardan belli olmasa da su gerçekten çok berrak.
İzlanda Atları
Eğri oturalım doğru konuşalım. İzlanda’daki atlar gerçekten çok yakışıklılar. Yol kenarlarında onca güzel at gördük ancak yanına gidebilene aşk olsun. Hep çitlerle çevrili ve çitlerin dışlarına da çukur kazmışlar. Hatta yaklaşmayın diye çitlerde elektrik bile olabiliyormuş. Neyseki son gün Strokkur yakınlarında buradaki lokasyondaki atları sevebildik. Google’da aratıp direk gidebilirsiniz, milesfordreamsden dev hizmet! 🙂 Hatta atları beslemek için yem bile bırakmışlardı. Çok da güzel oldu, çok da iyi oldu. Sakın atları sevmeden dönmeyin.
Kirkjufell Dağı
Eğer bir ekstra günümüz daha olsaydı Golden Circle’ın kuzeyindeki Kirkjufell dağına giderdik. Yakınındaki şelale ve ikonik dağ görüntüsü tam fotoğraflamalık. İzlanda’daki bir çok tanıtım fotoğrafında bu dağı görebilirsiniz. Bu taraflara yolunuz düşerse Gatklettur kayasını ve Budakirkja kilisesini de bizim için görmeyi ve fotoğraf çekmeyi unutmayın.
İzlanda hayatımızın en unutulmaz seyahatlerinden birisi oldu.Geçirdiğimiz her an bir şeylere şaşırırken bulduk kendimizi. Gözümüz kapalı, seyahat etmeyle çok işi olmayan kişilere bile burayı öneriyoruz. İnsan dünya gözüyle en az bir kez İzlanda’yı görmeli. Buradan da evrene mesajımızı verelim, umarız ki İzlanda’ya yine yolumuz düşer.
Son olarak da gün gün gördüğümüz yerleri size fikir vermesi için aşağıda paylaşıyoruz. Bir sonraki yazıya kadar hoşçakalın.
- Gün: Blue Lagoon, Reykavik
- Gün: Solheimasandur Plane Wreck, Dyrholaey Viewpoint, Reynisfjara Beach, Skogafoss, Seljalandsfoss
- Gün: Eyjafjallajökull, Eldhraun Lav Tarlaları, Fjaðrárgljúfur, Svinafellsjokull, Jökulsarlon buzulu, Diamond Beach
- Gün: Stokksnes, Jökulsarlon buzulu, Diamond Beach, Fjallsarlon buzulu, Svartifoss şelalesi, Dyrholaey Viewpoint
- Gün: Landmannalaugar, Bláhylur gölü
- Gün: Golden Circle rotası üzerindeki Strokkur Geysiri, Gulfoss şelalesi, Kerid Krater gölü, Thingvellir National Park ve Silfra Diving
1 yorum
Merhabalar,
Kuzey ülkeleri, dünyanın en mutlu ülkeleri listelerinde hep üst sıralarda yer almaktadır. Soğuk iklim şartları ve kapalı havaya rağmen İskandinav ülkelerindeki insanlar hayattan zevk almayı ve mutlu olmayı öğrenmişlerdir. Burada, mutlu olmak ve yaşamdan keyif almak için benimsedikleri yaşam felsefelerinin etkisi oldukça fazla. HYGGE, LYKKE, Lagom gibi yaşam konseptlerinin yanı sıra İzlandaca bir kelime olan Gluggaveður da ilham verici anlardan oluşan bir zaman dilimine işaret ediyor. Gluggaveður; dışarıda nasıl bir hava olursa olsun, evde bir bardak çayınızla ya da kahvenizle odanızda camın önünde otururken dışarıdaki havanın tadını çıkarmak manasına geliyor. Gluggaveður hakkında detaylı bilgi edinmek isterseniz yeni yazdığım yazımı sizinle de paylaşmak isterim: https://www.tarz2.com/Izlanda-usulu-mutlu-olma-sanati-gluggavedur
Keyifli okumalar diliyorum,
sadelikle ve mutlulukla kalın.
http://www.ebrubektasoglu.com